Bugün notlarıma bakarken mini Paris seyahatinden beri oldukça uzun zaman
geçtiğini fark ettim ve yazmak istediklerimi ertelediğim için üzüldüm. Sanırım
bunun en büyük nedenlerinden biri art arda yaşanan terör olaylarının
hissettirdiği keyifsizlik haliydi, bilmiyorum. Ama başına ne gelirse gelsin
Paris dünyanın en güzel şehirlerinden biri olmalı. Gelmiş geçmiş en ünlü
yazarların, sanatçıların, yönetmenlerin sıraladığı övgüler boşuna olmaz. Woody
Allen’ın en sevdiğim filmlerinden Midnight in Paris’de (1) belle epoque dönemi hayranı
güzel Adriana “Paris varken dünyanın başka herhangi bir yerinde yaşayan
insanlar benim için hep bir gizem oldu.” diye durumu çok açık bir biçimde
özetliyor.
1920’lerde en keyifli zamanların tadını çıkaran
Adriana kadar şanslı olunamasa da hala entelektüeller, sanatçılar ve
romantikler için ilham kaynağı. Çok büyük, çok kalabalık, farklı yerlerden
gelen pek çok azınlığı içinde barındırıyor. En turistik, en çok ilgi uyandıran
şehirlerden biri ama bir yandan da hayat akıyor, işler güçler devam ediyor ve
bir “turist şehri” olma havasından çok uzak kalıyor. Böyle yerleri özellikle çok seviyorum. sürprizlerle dolu. Kısacık seyahatimde, sabahın köründe boğaz ağrısıyla sürünerek nane çayı içmeye girdiğim kafede Monica Belluci'yi görmek en eğlencelilerinden biriydi.
Elbette dört-beş günlük bir seyahat sonrası uzun
uzadıya Paris ahkamı kesecek değilim. Turist olarak gittiğinizde mutlaka Eiffel
Kulesi'ni, dünyanın en zengin koleksiyonlarından birini barındıran Louvre
Müzesi'ni, Sacre Coeur'u, gotik mimari şaheseri Notre Dame Katedrali'ni, Orsay
Müzesi’ni görmeyi, Avenue des Champs-Élysées’de alışverişi programınıza
ekliyorsunuz. Ben bu defa bu popüler yerlere ek olarak , kısa süre önce orada yaşayan
dostlarımdan aldığım tavsiyeler ve araştırırken ilgimi çektiği için gidip
gördüğüm "daha az popüler" yerlerden, hoşuma giden deneyimlerden bahsetmek istedim.
Jardin des Tuileries
Luxembourg Bahçeleri ayrı bir konu ama yoğun gezi
programının arasında açık havada nefes almak için en keyifli noktalardan biri Concorde
Meydanı ve Louvre Müzesi arasında uzanan, şehrin ortasında bir cennet,
Tuileries Bahçeleri. Bu güzel yeşil alan ilk anda Louvre Sarayı'nın bahçesi
gibi algılansa da aslında Catherine de Medici tarafından 1564’de Tuileries
Sarayı'nın bahçesi olarak düzenletilmiş. Fransız Devrimi’nin ardından park halkın
kullanımına tamamen açılmış. Parka Louvre’un bitişiğindeki küçük alışveriş
merkezi, Carrousel du Louvre tarafından girdiğinizde sizi kenarında
şezlonglara uzanıp dinlenirken Paris’i dinleyebileceğiniz havuzlar karşılıyor.
Küçükken izlediğim birkaç filmde gördüğüm, bir çok çocuk gibi benim için de her
zaman bir fenomen olan bitki labirenti de çok keyifli. Heykellerin, peyzajdaki
müthiş uyumun arasından Concorde’a doğru yürürken görebileceğiniz küçük kafeler
de kahve ve sandviç molası için çok uygun. Pissarro’nun tablolarına konu olan
bu keyifli parkta Parisliler kitap okuyor, müzik dinliyor spor yapıyor, köpeklerini
gezdiriyor...Yani, güzelliğin tadını çıkarıyorlar.
Eiffel Kulesi’nden Champs-Élysées...
Eiffel’i görüp önünde her türlü turist klişesini
yaşayıp, fotoğraflar çektikten ve güzel yeşil alanda yoga yapan Parislileri
görüp özendikten sonra Champs-Elysees’e gitmek isteyebilirisiniz. Bunun için
Avenue Rapp ve Avenue George V yürümeyi tercih etmenin çok doğru bir karar
olduğuna, yol boyunca size eşlik eden Art Nouveau tarzı yapıları, apartmanları
görünce şüpheniz kalmıyor. Bunların en güzellerinden biri muazzam cephesiyle
Jules Lavirotte’nin Avenue Rapp’de 29 Numaralı Apartmanı. George V de müthiş
lüks mağazaları ve stilize butikleri ,lokantaları art arda görebileceğiniz şık
bir cadde.
St. Germain Bulvarı, En Popüler Bistrolar ve Bit Pazarı
St. Germain Bölgesi adını Paris’in geçmişte
içlerinde Jean Paul Sartre, Simone de Beauvoir, Picasso gibi pek çok ünlü
yazarı ve sanatçıyı ağırlamış, zaman zaman filmlere konu olmuş en ünlü
bistrolarından Café de Flore, Les Deux Maggots gibi ünlü mekanların üzerinde bulunduğu uzun bir
bulvardan alıyor. Paris’in en keyifli semtlerinden biri ve alışveriş için de
iyi bir rota. Uluslararası çok lüks zincir mağazaların yanı sıra yanı sıra pek
çok irili ufaklı butik de var. Turistler ağırlıklı olarak Champs-Élysées,
Lafayette ve Printemps’e akın ettikleri için burada kıyasla daha rahat
alışveriş yapmak mümkün.
Alışverişin ardından, evet belki çok turistik ama
insan bir akşamüstü Café de Flore’de oturup kokteylini yudumlamalı. Ortam ve
ikram çok hoş ve Paris atmosferini alabildiğine yaşıyorsunuz (Jean Marc
Vallee’nin filmini de merak ediyorum ve en kısa zamanda izlemeyi düşünüyorum!
(2) Fiyatlar algılandığı kadar dudak uçuklatmıyor diyebilirim.
Pazar günü şehirde neredeyse tüm mağazalar kapalı
ama St.Germain’de keyifli bir bit pazarı var (Aslında özellikle Pazar günleri
pek çok yerde var). Benim gibi bu tür şeylere meraklıysanız çok seveceğinize eminim.
Vintage kıyafetler, eski objeler, antikalar ve oyuncaklar gibi aklınıza
gelebilecek her türden ıvır zıvırı burada bulabilirsiniz. Öğleden sonra
gitmenizi öneririm.
Marais Bölgesi, St. Paul Antika Pazarı
Marais, Paris’i gezerken en çok keyif aldığım
bölgelerden bir oldu. Semtin ismi Fransızca‘da “batalık” anlamına geliyor. Tanıdık
bir hikaye burada da yaşanmış, eskiden bataklık bir alan olan semt bir noktada
tarıma açılmış ve ardından aristokratların civara yerleşmesiyle birlikte tamamen
değişmiş. Günümüzde özellikle Yahudi nüfusun yoğun olarak yaşadığı bir bölge
olmuş. Daracık, labirenti andıran sokakların ayırdığı tipik Paris yapılarının
arasında dolaşmaya, küçük café ve lokantalarda vakit geçirmeye, sayısız farklı
obje, takı bulabileceğiniz butikleri, kitapçıları gezmeye doyamıyorsunuz.
Semtin en keyifli yanlarından biri de içinde pek çok küçük müze ve galeri
barındırması. Aklınızda yokken birine dalıp zamanın nasıl geçtiğini
anlamıyorsunuz. Bir de bahsetmeden olmaz; semt özellikle gay club ve sex-shopların
yoğun olduğu bir bölge, etrafı dolaşırken bunu zaten fark edebilirsiniz.
Aslında İsrail yemekleri pek ilgimi çekmez ama burada
önünde bir sürü turistin ve Parislinin girmek için sırada beklediği falafel
dükkanlarını görünce arkadaşımın da önerisiyle Rue des Ecouffes’de bulunan bir
tanesine, Miznon’a girip ızgara sebzeleri denedik. Gerçekten güzeldi,
yolunuz düşerse burası da atıştırmak için bir alternatif olabilir. Bunun yanı
sıra içinden nefis kokuların çıktığı pek çok fırın var.
Marais’e gitmek için M1 metro hattını kullanıp St.
Paul durağında indiyseniz, merkeze doğru yürürken Village Saint Paul’e de
mutlaka uğramanızı öneririm (3). Burası, hem küçük sanat ve tasarım objelerinin hem
de antikaların, vintage kıyafetlerin, plakların bulunduğu muazzam bir pazar ve
herkesin ilgisini çekebilecek bir şeyler barındırıyor.
Ünlü Kitabevi, Shakespeare& Company
Paris’te meraklıları için yüzlerce sahaf var ama Shakespeare
and Company (4), standart bir kitap tutkununu zıvanadan çıkartabilecek seviyede
keyifli bir kitapçı. Çok eski, “nerd” işi ıvır zıvırın yanı sıra ilginizi
çekebilecek pek çok konuda Fransızca kaynak bulabilirsiniz. Mekanın atmosferi,
nostaljik havası ve kokusu ise bambaşka! Kitapları incelerken kendinizi
kaybediyorsunuz. Bir şeyler satın alırsanız, kapağın iç kısmına ünlü
damgalarından basıyorlar, güzel bir hatıra oluyor (!) Notre Dame’a birkaç dakikalık yürüyüş mesafesindeki
kitapçıya mutlaka uğranmalı.
Yemeli İçmeli...
Öncelikle, otelde kalıyorsanız, kahvaltılı bir otel
seçmek yerine dışarda kahvaltıyı tercih etmek isteyebilirsiniz çünkü etraf
inanılmaz fırınlar ve pastanelerle dolu oluyor. Sabahlar taze çörek kokuları
aklınızı başınızdan alabilir. Mutlaka antrikot
denemelisiniz. Le Relais ya da biraz daha makul fiyatlı olan Champs-Élysées’i
kesen sokaklardan birinde Le Entrecote de Paris’de deneyebilirsiniz. Müthiş
lezzetli tereyağlı, tarhunlu sosuyla servis ediliyor. Bir başka favorim de
soğan çorbası. Servise ve lezzete inanamıyorsunuz. Parizyenler aslında ön sıcak
olarak sunulan bu lezzeti özellikle bol alkollü, yorucu gece eğlencelerinden
sonra d tercih ediyorlarmış. Bu çorbayı pek çok yerde bulabilirisiniz ama Le
Gourmands de Notre Dame çorba için iyi bir adres olabilir. Atıştırmak için Tartine yiyip, onlarca bistroda kokteylleri deneyin. Bir de tabi, her yemekte güzel Fransız şaraplarının tadını çıkarın!
Anlatmakla Bitmeyen Şehir...
Bu kısaca bahsettiğim detaylar şehirle ilgili çok
yüzeysel bir fikir verebiliyor elbette... Moulin Rouge filminden hatırlayabileceğiniz bohem mahallesi Montmarte’ı sokak müzisyenleri eşliğinde adımlamaktan, özellikle modern sanatla ilgilenenlerin kaçırmaması gereken Centre
Pompidou’den (5) ve Seine Nehri’nin kenarında yürürken bir yandan sokak
sanatçılarının tezgahlarına göz gezdirmenin keyfinden, yağmurun kokusundan bahsedemedim
bile! Havanın kapalılığı bile bir yere ancak bu kadar yakışır, her köşesi rüya gibi bir şehir Paris.
Yeni yıl öncesi ne kadar güzel olabileceğini
düşünemiyorum. Gitmeyi düşünen varsa muhteşem atmosferin benim için de tadını
çıkarsın. İyi yolculuklar ve iyi şanslar!
(1). Midnight in Paris. (http://www.imdb.com/title/tt1605783/) Bu filmi görmeden ölmeyin ve Paris’e gitmeyin diyorum. Çok ciddiyim. O kadar güzel
(2) http://www.imdb.com/title/tt1550312/?ref_=nm_flmg_dr_5 Cafe de Flore Filmi.
(3) http://www.village-saint-paul.com
(4) https://shakespeareandcompany.com
(5) https://www.centrepompidou.fr/en
O zaman buyrun: :)
Chinese Man
(1). Midnight in Paris. (http://www.imdb.com/title/tt1605783/) Bu filmi görmeden ölmeyin ve Paris’e gitmeyin diyorum. Çok ciddiyim. O kadar güzel
(2) http://www.imdb.com/title/tt1550312/?ref_=nm_flmg_dr_5 Cafe de Flore Filmi.
(3) http://www.village-saint-paul.com
(4) https://shakespeareandcompany.com
(5) https://www.centrepompidou.fr/en
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder